Bilime karşı ülkenin parlak beyinleri

Geçtiğimiz Pazartesi günü Almanya’nın Mainz kentine uçarken Türkiye’de gündem Türk lirasının serbest düşüşe bırakılmış olmasıydı.

Türk lirası, dolar ve diğer yabancı paralar karşısında hızla değer kaybediyordu. Liranın değer kaybetmesi, dövizin pahalı hale gelmesi için faizi enflasyonun çok altına çeken iktidar bundan memnundu. O kadar ki liranın tepetaklak olmasını ekonomik kurtuluş savaşının başlangıcı sayıyordu. Kurtuluş Savaşı benzetmesi yaptığına göre İktidara göre bu düşüş Atatürk’ün Samsun’a çıkması gibiydi.

Mainz kentine ulaştığımızda ünlü Gutenberg müzesinin yanındaki sokakta içtiğimiz iki kahve için ödenen para 162,5 lira yapıyordu. Çarşamba akşamı Türkiye’ye dönerken iki kahvenin fiyatı 182 liraya çıkmıştı. Gutenberg müzesinden anı olsun diye alacağınız minyatür bir biblo için ise en az 500 lira ödemeniz gerekiyordu.

Dönüş yolunda meslektaşlarımızla yaptığımız sohbetin konusu Türkiye’de orta halli ailelerin bile artık Avrupa’ya gitmek için yüklü paralar ödemek zorunda kalacaklarıydı.

Liranın bu kadar değersiz hale getirilmesi ve bunun ekonomik kurtuluş savaşı olarak sunulması herkesi üzmüştü.

Türkiye’ye vardığımız gece ise “faiz nedendir enflasyon sonuçtur” tezini savunacak Hazine ve Maliye Bakanı bulunmuştu. Lütfi Elvan’ın günlerdir beklediği görevden “affedilme” işlemi tamamlanmış, yerine yardımcısı Nureddin Nebati atanmıştı. Liranın gidebildiği kadar dibe gitmesi garanti edilmişti. Nebati daha bakan olmadan attığı mesajlarla bu tezi sonuna kadar savunmaya aday olduğunu göstermişti. “Değersiz lira, değerli dolar” Türk ekonomisinin tek kurtuluş yoluydu!

Lütfi Elvan ise buna inanmıyordu. Naci Ağbal gibi faizin enflasyonun üzerinde olmasını susarak savunuyordu. Onun da sonu Naci Ağbal gibi bakanlıktan affedilmek oldu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan gibi ekonomi bilimi aksini söylemesine karşın “faizi indirirsen, döviz çıkar o da enflasyonu düşürür” gibi bir teze yürekten inanan Nebati, görevi alır almaz, Türk ekonomisini Allah’a havale etti. Böylece ekonominin, ilk işaretini Erdoğan’ın, “nas ortada sana bana ne oluyor” diyerek verdiği bilimden çok dini değerlerle yönetileceği mesajını da duyurmuş oldu.

İktidarın sadece ekonomiyi değil bilim yuvaları olması gereken üniversiteleri de dini değerlere göre yönettiği, rektörleri, dekanları buna göre atadığı biliniyor. Üniversiteden çok medreseleri sevdiği ve fiilen tarikatların medreseleri yaygınlaştırmasını takdirle izlediği de.

Türkiye’de bilim yapmaya çalışanlar engellenirken, Avrupa bilim insanlarına büyük kaynaklar tahsis ediyor.

Bunun sonuçlarından biri, milyonlarca insanın ölümüne yol açan koronavirüse karşı aşı geliştirilmesi oldu. Kurdukları Biontech laboratuvarında yıllardır bu fonları kullanarak bilimsel araştırma yapan Dr. Özlem Türeci ve Dr. Uğur Şahin, Biontech aşısını bulmuşlar ve dünyaya nefes aldırmışlardı.

Biz de Türeci-Şahin çiftinin bu başarısı için Mainz’a gelmiştik.

Aydın Doğan Vakfı’nın Türeci ve Şahin’e verdiği ödülün törenine davetliydik.

İki Türk bilim insanının insanlık için hayati önemdeki bu başarıya imza atmaları bizler için çok büyük gururdu.

Aydın doğan Vakfı adına Sema Doğan, sahnede Özlem Türeci ve Uğur Şahin’e ödüllerini verirken, “keşke bu töreni Ankara’da Dr. Refik saydam Hıfzısıhha Enstitüsü’nde yapıyor olsaydık” diye düşündüm. Atatürk’ün kurduğu ve aşı konusunda dünya çapında başarılara imza atmış, Çin’e aşı hibe etmiş bu enstitü keşke iktidar tarafından kapatılmamış olsaydı. Türeci ve Şahin, bu enstitünün bilim insanları olsaydı, aşıyı burada bulsalardı. Onları alkışlarken içimden bunları geçiriyordum.

Oysa henüz tören başlamadan meslektaşlarımızın sorularını yanıtlayan Türeci-Şahin çifti, “bu başarıyı Türkiye’de yakalayabilir miydiniz” sorusuna, “sanmıyoruz, Türkiye’de araştırmaya kaynak henüz 5-6 yıldır verilmeye başlandı” yanıtını vermişlerdi. Ben bunu da nezaketen söylediklerini düşündüm.

Törenin açış konuşmasını yapan Aydın Doğan Vakfı Başkan Vekili Vuslat Doğan Sabancı, “yeni bilgi her alanda, her varlık için yeni ilerleme sınırları yaratır” diyerek insanlık için en değerli hazinesinin bilgi olduğunu vurguladı. Vuslat Hanım’ın bir önemli bir vurgusu da kadın bilim insanı olarak Özlem Türeci’nin bilim yapmak isteyen kız öğrencilerimizi teşvik edeceğiydi.

Vuslat Hanım’ın değindiği iki konu da Türkiye’nin gündemi açısından ilgi çekiciydi. Birincisi vakıflarla ilgiliydi.

Şu sözleri alkışlandı:

“Vakıflar, bildiğiniz gibi, genellikle hayırseverlik kurumları olarak görülür.”

Türkiye’de önplana çıkmış vakıflar son zamanlarda kamuoyuna yansıyan faaliyetleri düşülünce Vuslat Hanım’ın bu sözleri daha da anlam kazandı.

İkinci ise kutuplaşmayla ilgiliydi.

Şöyle dedi:

“Şahsen ben kutuplaşmadan ruh sağlığından iklim değişikliğine kadar, günümüzün varoluşsal zorluklarını nasıl çözebileceğimiz sorusu üzerinde zaman zaman kafa yoruyorum.”

Vuslat Doğan Sabancı’nın vardığı çözüm dinlemekti. Herkesin karşısındakini içtenlikle dinlemesi.

Bu önerinin değeri Türk siyasetindeki karşısındakini dinlememe, mümkün olduğunca kutuplaştırma, ötekileştirme siyaseti akla gelince daha artıyor.

Ödül törenine Sema Doğan ve Vuslat Doğan Sabancı ile birlikte Arzuhan Doğan Yalçındağ ve Begümhan Doğan Faralyalı da ev sahipliği yaptılar.

Aydın doğan Vakfı’nın “Baba Beni Okula Gönder” kampanyasıyla kız çocuklarının okutulması konusunda yaptığı katkı belleklerde yer etmiştir.

Türeci ve Şahin’in ödüllerini alırken “Vakfın faaliyetleri ve değerlerini paylaşıyoruz, bu ödülü bu değerler nedeniyle alıyoruz” demeleri ayakta alkışlandı.

Türeci-Şahin çiftinin mütevazı kişilikleri, insani yaklaşımları törene katılan herkesi çok memnun etti.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fikret Bila Arşivi