Onur Alp Yılmaz

Onur Alp Yılmaz

Yumuşama... Tam burada bir soru beliriyor…

Özgür Özel ve Erdoğan’ın görüşmesinin ardından ve özellikle Erdoğan’ın görüşmeye dair yaptığı açıklamalarla beraber, siyasette bir yumuşama tartışması başladı…

Bu konuya dair görüşlerimi ifade etmeden önce şunu vurgulamak isterim: Demokratik bir rejimde gayet olağan bir gelişme olan siyasi partiler arasında diyalog kurulmasını bile “normalleşme” olarak kabul edip umutlanacağımız kadar “anormalleşmiş” her şey aslında değil mi?

Evet…

İşte bu “anormalleşme” durumu mevcut rejimin alametifarikası aslında…

Tam burada bir soru beliriyor…

Demokrasiyi yalnızca sandığa indirgeyen ve onun kurallarını da yapboza çeviren; toplumu kültür kampları üzerinden kutuplaştırmaya odaklı bir siyasetle arkasındaki kitleyi karşısındakine karşı sürekli reaktif tutan ve karşıdakinin kafasında her an patlamaya hazır bu öfkeyle demokrasiyi kuşa çeviren; sandığa indirgediği demokrasinin en temel ilkelerinden olan hesap verebilirlik, şeffaflık ve güçler ayrılığı gibi ilkeleri hayata geçirmek için faaliyet gösteren kurumları vesayete ait gören; kendisini ve kitlesini muğlak bir “bizim medeniyetimiz”in değerleri üzerinden yine muğlak bir “dava”ya çağırıp, modern çağa ortak olmak isteyenleri “bu milletin değerlerine” yabancı olan, adeta potansiyel Batı ajanları olarak gören ve bu “medeniyet”in gerçek temsilcisi olarak kendi attığı her adımı niteliğinden bağımsız, doğası gereği demokrat, karşısındakinin yaptığını da doğası gereği “bizim medeniyetimiz”e aykırı ve dolayısıyla vesayetçi gören bir iktidar yumuşayabilir mi?

Meseleye buradan baktığınızda sorunun yanıtı da aşağı yukarı kendisini belli ediyor değil mi?

Peki, bu durumda Erdoğan ve Özel ne yapmaya çalışıyor?

Bence bunun iki taraf açısından da farklı cevapları var. Hatırlayacaksınız, CHP lideri Özel, görüşmenin öncesinde de sonrasında da bir şeyi vurguladı… Bu, Türkiye’nin birincisi partisinin lideri olarak Cumhurbaşkanıyla görüşmesinin gayet doğal olduğuydu. Bunun anlamı şu: Özel’in Erdoğan’la görüşme talebinin arkasında yatan sebep, partisinin birinci parti olmasının kendisi açısından yaratmasını arzuladığı meşruiyete ulaşabilmek… Başka bir ifadeyle, seçimlerde elde ettiği başarıyla beraber, Özel dönemini geçici ya da istisnai bir dönem olarak gördüğünü farklı şekillerde ifade eden Erdoğan ve Bahçeli’ye kendi meşruiyetini kabul ettirip, “liderler” ligindeki kalıcı yerini alabilmek.

Erdoğan açısından baktığımızda ise bu tutumun sebeplerinin farklılaştığını ifade etmek mümkün. İlk olarak Erdoğan, genel seçimden sonra kurduğu kabineyle yarattığı “normalleşme” arzularına hitap etme iddiasındaki kadroyla yapmak istediğinin bir uzantısını yapmaya çalışıyor. Yani “normalleşme”yi bile rejimin muktedirinden talep edilen ya da edilmesi gereken bir şey haline getiriyor. Şüphesiz, kendisi normal olmayan bu durumdan “normalleşme”, kendisi demokratik olmayan bu durumdan “demokratikleşme” çıkması da pek mümkün değil… Üstelik CHP açısından böyle bir “talepkarlık” görüntüsü ve umudu, CHP’yi tersinden bir altılı masa sürecine de sürükleyebilir. Yani, ittifakı ve diyaloğu toplumla kurup dönüşüm gerçekleştirmek yerine, siyasi elitlerle müzakereyle bunu yapmaya talip olmak gibi…

İkinci olarak Erdoğan, TBMM’deki görüşmede Özel’i Hüda-par’ın hemen yanına iliştirerek ve Ak Parti’deki görüşmede de aradaki asimetriyi hissettirecek bir oturma düzeniyle Özel’in “birinci parti olma” diskurunu, mevcut iktidar sahibi olmanın hiyerarşisini göstererek bertaraf edip, CHP’yi de “bir sürü partiden biri” konumuna indirgemeye çalışıyor.

Son olarak Erdoğan, daha önce kaybettiği iki seçimin ardından, yani 2015 ve 2019 seçilerinden sonra yaptığının bir benzerini yapıyor. Erdoğan, 2015’teki kaybının ardından MHP-HDP çatışmasını deşmiş ve Baykal’ın meclis başkanı olma tutkusuyla muhalefeti bölme stratejisi izlemişti. 2019 seçimlerinden sonra ise muhalefetin lider partisi olma yarışması içindeki CHP ve İYİP arasındaki çatışmayı özellikle aday tartışması ve HDP üzerinden körükleyecek adımlar atmıştı…

Ancak, CHP’nin muhalefetin “amiral gemisi” rolünü üstlendiği 2024 yerel seçimlerinin ardından Erdoğan’ın muhalif siyasi partiler arası ayrımlara dayanarak iktidarını koruması mümkün gözükmüyor. Böyle bir durumda ise Erdoğan’ın derinleştireceği ayrım, CHP’nin içindeki potansiyel Cumhurbaşkanı adayları arasındaki rekabete dayanacak. Erdoğan bu yolla, muhalif seçmenin farklı adaylar etrafında kümelenmesine zemin hazırlamaya çaba harcayacak.

Peki, CHP bu durumdan nasıl kaçınabilir? İlk olarak şunu hatırlatmakta fayda var: Seçimlerin hemen ardından başlayan Ak Parti’den CHP’ye geçen belediyelerdeki yolsuzluk ve israf düzeni yerine, “normalleşme” tartışılıyorsa burada iletişim stratejisi açısından iktidar lehine bir başarı söz konusudur, değil mi?

Nitekim CHP lideri Özel de Erdoğan’la konuşacağı konulardan birinin belediyelerin batık durumları ve Erdoğan’ın onaylamadığı krediler olduğunu ifade etmişti… Bu konularda Erdoğan’la ne konuştuklarını kamuoyuyla paylaşacaklarını ifade eden Özel, görüşmenin ardından ise bunları söylemesinin doğru olmayacağını beyan etti.

Sonuçta hem Erdoğan beklentilerin toplandığı odak haline geldi hem de Ak Parti aleyhine olan gündem değişmiş oldu. Dolayısıyla Özel’in kamuoyuna ifade ettiği şeffaflık doğrultusunda hareket edip, bu gündemlere dair Erdoğan’dan gelen cevapları kamuoyuyla paylaşması gündemi CHP’nin belirlemesi anlamına gelecektir. Bu böyle olmadığında sürecin Erdoğan’ın istediği doğrultuda ilerlediği açık.

İkincisi ve daha önemlisi, CHP’yi 2019-2023 arasında olduğu gibi kısır bir adaylık tartışmasına saplamak isteyen iktidara karşı o dönemde yapılan hatayı tekrar yapmamak… Yani, CHP’nin aday belirleme yöntemine karar vermek… Şüphesiz Özel’in “adaylığımı dayatmam” çıkışı çok kıymetli ancak bu tartışmaları kalıcı olarak ortadan kaldırmak için bu yöntemi belirleyip bir sonuca bağlamak son derece kritik.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Onur Alp Yılmaz Arşivi