Kel Diva Ve Bizim Sonu Gelmeyen Absürd Dünyamız

İstanbul tiyatro severleri için bu sezonun adına Eugene Ionesco ve absürd tiyatro diyebiliriz. Geçtiğimiz sezon da Medea yılıydı mesela. Oyun Atölyesi’nin sahnelediği Kel Diva oyunu, prova ilanından itibaren seyirciden çok büyük ilgi gördü. Bilet bulmak için oyun tarihlerinin ilan edildiği saati kollarsanız ancak bilet bulabileceğiniz kadar kapalı gişe bir oyundan bahsedeceğim. Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer’i yan yana sahnede görmeyeli bin yıllar olmuşken, tek başına bu ikiliyi seyretmek bile oyuna gitmek için yeterli sebep sayılabilir. Ama bu ikilinin ötesinde tüm oyuncu kadrosu, oyunun rejisi ve Ionesco seçimi ile de zaten oyun kimseyi pişman etmiyor. Absürd tiyatronun ne olduğu hakkında hiç bilgisi olmayarak salona gelen seyirciler için sahnede olanlar tam bir ‘‘saçmalık’’, ‘‘anlaşılmazlık’’ olabilir tabi.

Önce buradan başlamak iyi fikir gibi geldi. Yani absürd tiyatronun derdi nedir, nereden kaynak aldı, aradan geçen onca zamana rağmen neden hala absürd tiyatro oyunları tercih edilmeye devam ediyor? Gelin bu sorulara cevap ararken, oyun içindeki yolculuğumuza da devam edelim.

Absürd tiyatronun ne zaman başladığı çok önemli. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ortaya çıkan absürd metinlerin yazarları birbirlerini hiç tanımazlar bile. Gelin görün ki sanatçıların ortak dünya meselelerini dert ediniş ve aktarış şekilleri adeta birbirlerinin gölgesidir. İki büyük dünya savaşının yıkımlarını, milyonlarca insanın ölümünü, yaşamın anlamsızlığını sorgulamamak neredeyse imkansızdır. Devlet sistemine, dine olan güvenin ortadan kalktığı, kötümserliğin, umutsuzluğun en üst seviyede yaşandığı 1950’lerde ‘‘saçma, anlamsız, uyumsuz’’ bir tiyatro için yani absürd tiyatro için ortam çok uygundur. Bugün de bilimin, sanayinin, teknolojinin, iletişimin en üst düzeyde olduğunu sandığımız, insan beyniyle geliştirdiğimiz ama bizi çok hızla aşan yapay zekanın olanaklarının, güvenliğimizi tehdit etmesinden korkar hale geldiğimiz uzay çağında, hala savaşları durduramamış olmamız ‘‘çok büyük saçmalık!’’ değil mi?

Tiyatro neredeyse insanlık tarihi ile yaşıt olması sebebiyle öz ve biçimde aradığı değişiklikler de toplumların ihtiyaçlarına ve dönemin sanat akımlarına göre şekilleniyor. Dilin anlamsızlaştığı bir zamanda absürd metinlerde ilk önce dil dünyası yıkılıyor. Anlamsız cümleler, tekrarlar, yeniden üretilen kelimelerle bireylerin birbiriyle kuramadığı ilişkiler zinciri görülür. İletişilemeyen, bir büyük iletişimsizlik halidir bu. Bunu anlatabilmek için ise en az iki kişiye ihtiyaç vardır. Çünkü ‘insanlar konuşa konuşa anlaşır’ ya da konuşsalar da birbirlerini ya hiç dinlemez ya da anlamazlar. Küçük bir canlandırma size; ‘kalabalık bir yemek masası, en fazla yarım saat geçmiş ve masada hemen herkesin elinde cep telefonu ve yakınındakinden çoktan uzaklaşmış, başkalarına kendini gösterme, anlatma derdinde ya da hiç tanımadığı insanların hayatlarını dikizlemekte…’ İşte bu hepimizin hikayesi de ondan olsa gerek absürd oyunlar hala yeterince anlamlı.

1-001.png

Absürd oyunlar seyircisine, gerçekçi oyunlardaki gibi başı sonu belli hikayeler anlatma kaygısı gütmeyen, eve giderken cebinize bir mesaj sıkıştırmayan niteliktedirler. Karamsar bir dönemin ürünü olmasına karşılık okurundan/seyircisinden gülmeceyi esirgemez. Çünkü hayatın trajikliği içinde komik olanı, yoğurdun kaymağını sıyırır gibi ayıramazsınız. Hayat çok sayıda duyguyu barındıran bütünlüklü bir paket sunar insana.

Absürd oyunlarda dekor da asal bir oyuncu gibi düşünülür. Bu sebeple sahneleme sırasında yönetmenin dekoru tasarlaması ve uygulaması metin içindeki atmosferi neredeyse birincil olarak belirleyen unsurdur.

Romanya doğumlu Ionesco’nun bu sezon İstanbul’da Kel Diva (Kel Şarkıcı diye de bilinir) oyunu dışında, Kumbaracı50’de Ders oyunu ve Tiyatro BeReZe’de Kral Ölüyor oyunu da başarıyla sahneleniyor.

Lafı şahane uzattığıma göre artık Kel Diva oyununa geçebilirim. Bay ve Bayan Smith yıkıntılar içindeki İngiliz evlerinde, İngiliz koltuklarında oturmakta ve tek kırıntı bile kalmamış evlerinde İngiliz akşam yemeği için konuklarını beklemektedirler. Ionesco, İngilizce öğrenmek için çalıştığı kitaptaki metod, içindeki yer alan İngiliz burjuvazisine ait diyologlar ve bunların olanca anlamsızlığından yola çıkarak kurar bu oyunu. Oyun tanıtım yazısındaki anlamsız, kuralsız İngilizce soru ekleri de Oyun Atölyesi’nin Ionesco’ya onayı olsa gerek. Böyle olunca da anlamsız detaylarla ve kısa cümle yapılarıyla, birbiriyle ilişkisi olmayan diyalog geçişleriyle, sıradan bir İngiliz çifti seyre başlarız. Ama oyuncular öyle sıra dışı ki biraz da ağzımız açık seyrederiz sahnede Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer’i.

2-001.png

Bilginer, İngiliz koltuğunda sabahlığı ile otururken, Ipadinden ölüm ilanlarını okur. Yakışıklı, canlı, sıcak ve neşeli bir ‘ceset’ olan, 4 yıl önce ölmüş zavallı Boby tam da absürdün uyumsuz diline ve durumuna küçük bir örnek. Ya da Boby’nin haftanın üç günü Salı, Perşembe ve Salı çalışması. Zaman kavramının yitik olduğu bu oyunda yedinci oyuncu saattir. Metinde asla doğru zamanı göstermediği gibi kafasına göre istediği zaman çalan saat yerine, oyunda ‘bizim evde zaman yoktur’ diyaloğu ile saatin imlediği zaman kavramı ya da zamansızlık işlenir.

Beklenen misafirler de ev sahipleri gibi seyirciyi heyecanlandıracak oyuncular tarafından büyük ustalıkla sahne üzerinde zamanlarının gelmesini beklerler. Bay ve Bayan Martin, Yiğit Özşener ve Özlem Zeynep Dinsel tarafından karşımızdadırlar. Öyle güzel birbirlerini tanımayan ve her seferinde şaşırtan bir çifttir ki onlar; iletişimsizliğin, yalnızlığın en dip çukurunda bazen seyircinin kahkahalarını tutamaz hale gelmelerine sebep olurlar. Hizmetçi Mary ise sosyal sınıfından beklenmeyecek bir hayat ve üsluba sahiptir. Eğlencelere giden, mutlu, flört eden, misafirlere ayar veren bu karakteri Gözde Kırgız sahneye taşıyor. Kırgız aynı zamanda piyano da çalıyor ve Olcay’ın ‘Miyav’ şarkısı ile oyundaki zirve anlarından biri yaşanırken ona eşlik ediyor. Bu arada müzikler de Tolga Çebi’ye ait.

Hiçbir duvarla bağı olmayan, güvensiz dış dünyayla hala arasında kilitlenerek güvenli ev sağlayacakmışçasına kullanılan kapı çok fazla anlamı bir arada sunuyor. Kapının çalınmasına rağmen kapıda kimsenin olmadığı, sonradan ise gelenin itfaiye şefinin (Kıvanç Kılınç) olduğunun anlaşılması, (oysa ortada yangın falan yoktur) deyimleri sıraladığı ve anlamsız bütünler oluşturduğu anlar da doyumsuz sahnelerden bir başkası. Yönetmen Muharrem Özcan, dekor ve ışık tasarımını yapan Kerem Çetinel ile birlikte seyirciler için sahneye bir sürü bulmaca yerleştirmiş gibiler. Dikkatli seyirci için o detayları bulabilmek oyunun seyir keyfini kesinlikle arttırıyor. Hepsini yazmayacağım ki siz de bu oyuna dahil olabilin.

3-001.png

Oyunun başından itibaren bir tablo gibi eğik açıyla ve oldukça büyük boyuttaki çerçevede, ev sahiplerinin portrelerinden dijital anlık mimiklerin görülmesi, Ipad kullanımı vs. metnin yazıldığı zamandan sahnelendiği zamana olan geçişkenliğin bir buluşu olarak duruyor. Bu ikilinin oyunu ve seyirciyi dikizliyor olmaları ise başka bir tiyatro anlayışını absürd içine ekliyor. Her yanın yıkıntılar halinde tasarısı elbette ki savaşın fiziken yıkıntılarını çağrıştırsa da yarattığı atmosferle insan ruhunun yıkıntılarına da işaretler koyuyor. Seyircinin dikkatini çekecek yer döşemeleri, kostüm seçimleri, makyajlar ile doyurucu bir oyun Kel Diva. Oyunun final yapamayan bir sarmalda oluşu da gene absürd oyunların böyle bir kaygısının olmamasından kaynaklanıyor.

Absürd oyunun tam olarak ne anlama geldiğini anlamadan gelen ve biraz ünlü görmek, biraz kapalı gişe bu oyunda kendini orada göstermek isteyenlerin ve bu oyunda ‘kel bir şarkıcı’ arayanların mutsuz olacağı, cesaretli bir seçim. Bu nitelikli işte emeği geçen herkese kocaman alkışlar.

Savaşların asla bitmeyeceğini anladığımız bu dünyada, hali hazırda etrafımızda devam eden savaşların ne kadarını görmemiz gerekiyorsa o kadarının gösterilmesi ve artık gösterilmediği için de insanların, çocukların ölmediğine inandırıldığımız şu günlerde daha büyük absürdlük olabilir mi sorusuyla, sancılı pazarlar diliyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytun Aktan Arşivi